İlk onlar anladı kapı ardının güven olduğunu. Eski Mısır kilitlerinin, büyük bir ahşap parçadan oluşan ve kapıdaki karşılığa giren sürgü bölümüne bir yuva,sürgü üstünden yuvaya doğru bir dizi delikten oluşan düzenekleri vardı. Anahtarları da üzerinde bir dizi ağaç pim bulunan diş fırçasına benziyordu. Anahtar sürgüdeki yuvaya sokulup yukarı bastırılır, pimler yuvadaki deliklere girer ve buraya yukarıdan gevşek halde girmiş pimleri yukarı ittirerek sürgünün serbestçe hareket etmesini sağlardı. Bu kilit ilk Ninova’daki Horsâbad sarayının yıkıntılarında bulundu. Bu pim düzeneği Yale kilitlerinin temel çalışma ilkesidir.
Bir gün bu kilidi bulacağımı biliyordum. Ama bir kapının üzerinde olacağını umudumu da yirtirmiştim açıkcası. Daha çok yabancı birinin elinde kapıma geleceğini düşünüyordum. Heyecanımı gizlemeliyim. Kilit iki kanatlı büyük bir kapının üzerinde duruyor. Kapı en fazla yirmi yıllık. Cilası olmayan kapı fazla dayanmaz yağmura. Eski olan kapının kasası. Çift sıra oymadan başka bir şey kalmamış üzerinde. Sonradan takılan kapıda üvey evlat gibi duruyor üzerinde zaten. Bu kadar genç bir kapının üzerinde tek sürgülü kilidin ne işi var? Belki de yokluktan takmışlardır üzerine. Yoksa onun büyük dökme anahtarını şimdikiler taşımaz. Kızağı yerinde midir acaba? Anahtar Rumili miydi? Neyse bunları düşünecek vakit değil. Ona hemen yanaşıp, kurcalamak olmaz. Bir büyünün bozulacağından değil korkum. Ürküp tümden kilitleneceğinden korkuyorum. Hava da kararıyor. Sokakta gelip geçenlerde çoğaldı. Meraklıdır buranın insanları yabancılara. Perde arkasında da olsa meraklı gözler seni izler; komşusunun gözüne seni teslim edene kadar. Bunu bilerek yürürüm hep buralarda. Musa boşuna “Komşunu sev.” demiyordu. Komşunu sev ki, o da seni gözetsin, kollasın. Evinden yurdunda ayrılıp geri dönenlerin komşularına kem gözle bakmamaları tek nedeni kilit mi acaba? Başka bir günün tenha vaktini seçmeliyim. Bunca yıldan sonra artık biliyorum her kilidin atmamış bir mandalı olduğunu. Sokağı birkaç kez dolandıktan sonra, gene gelip kapının önünde durdum. Belli ki bu kilitle çok oynanmış. Anahtar deliği zorlanmış, içe doğru çökmüş. Kapının üzerindeki mıhları pas yıllarca yemişte bitirememiş gibi. Burada yaşadığım yıllar boyunca bu tepeye kaç kez çıktığımı hatırlamıyorum. Hem de hiç sebebim yokken. Onca gezilecek mahalle varken bu şehirde: benim bu sokaklarda dolaşmam boşuna değilmiş. Ötekilerin tek anahtarla dolaşmalarına kızar, bağırır, küserdim de onlara çoğu kez. Yıllar sonra öğrendim; gururun sol gözümde büyüyen benekten daha çok beni kör ettiğini. Onlarla didişmeler yıllarımı aldı. Hoş eskilerden de pek kimse kalmadı. Onlara anahtarsızda dolaşılabileceğini söylerdim de gülüp geçerlerdi. Buna gerek olmadığını, bu kadar yorulmaya ve zorlamaya değmeyeceğini anlatırlardı. Hakta verirdim çoğu kez onlara. Evet öylede yaşanıyor. Kapısında durup da dikildiğim, biraz emek verip uğraştığım, hangi kapı zorlandı açılmaya. Yinede ben hep karıştırırım önce kapıya mı yoksa kilide mi gideceğimi. Çoğunda da yanılırım kime yüz süreceğime. Yok bunun orta yolu. Bazen kilit kapının üzerinde olur, bazen de kapı kilidin üzerinde. Hele toy biriysen hepten karıştırırsın. Çevirir durursun anahtarı. Şimdi haklı çıkmama içten içe seviniyorum. Eskiden işi bilenler beni başka yerlere, yönlere göndermelerine kızmaz giderdim de. Bununda, işin bir parçası olduğunu düşünürdüm. Yeğniliğimden olsa gerek, olur olmaz haber salanları da kırmaz; gider onlarında gönüllerini hoş ederdim. Yaptığımda altı üstü bir kundağı yağlamaktı çoğu kez. Başka diyarlardan bulunup getirilen, kilitlerin oynanmışlığı onları benim gözümde değersiz kılardı. Ben bunların çoğu kez çalınıp getirildiğini de bilirdim. Yinede ses etmezdim. Biraz işin içindeysen anlarsın kilidin başına neler geldiğini. Getireni de incitmez ustalığı üzerine birkaç söz eder başımdan savuştururdum. Kilidi alır yağlar bir kenara koyardım. Bulunsun derdim. En azından aramadığımın bu olmadığını bilmek umudumu tazelerdi. Bazı günler onları alır yağlar, elden geçirirdim. Eskicilerden, oradan buradan topladığım anahtarları denerdim üzerlerinde;hiç olmazsa birine bir anahtar uydururum umuduyla. Açılanda olurdu. Kilidi hemen söker, içini, dışını, yatağını yağlardım. Yağı emen yatak kendini bırakır körpe öpülmüş kadın gibi. Bir kereyle yetinmez yuvaya yerleşen anahtarı birkaç kez çevirirdim; sanki ilk kez duyuyormuşum gibi bu sesi. Paslı kulplarını hemen gaza yatırmaz önce parmaklarımla silerdim pasını. Kahverengi bu tozun verdiği kokunun çürümüşlük olmadığını bilirdim. Bu olsa olsa yaşanmışlığın kokusu. Yaşayıp, yıpranmışlığın. Yaşamadan çürüyenleri, yanındakini de buna sürükleyenlerle kıyaslanmasına kızar; yapanı da aynı kefeye koyardım. Böylelerin sokağıma girmesine, kapında durmasını da istemem. Çoğu zaman bu pas kokusunu içime çeker, sonra deliğinden içeri tükürürdüm. Açılsın diye de anahtarı sokar delice sağa sola çevirirdim. Bunun böyle olacağını biliyordum. Bir gün ansızın karşıma çıkacağını; daha verebileceği sevgisi olup da sadece bunu göstermek için dönen bir sevgili gibi karşıma dikileceğini biliyordum. Söylemiştim; daha öncede geçmiştim bu sokaktan. Kaç kez bakmıştım bu mavigöz boyalı konağa hatırlamıyorum. Sonradan yıkılan çıkmasında mevsim çiçekleri de olurdu. Sonraları görmez olmuştum o pencerelerdeki özeni, düzeni. El değiştirmesine yormuştum bunları. Ama bu evde karşıma çıkacağını hiç düşünmemiştim. Ev dediysem de çift katlı, eski ahşap bir konak, avlusu olanlardan. Buralarda aramam boşuna değilmiş. Hep söylerim;kapının ötesine geçmek başka adımları, eylemleri peşinen kabul etmek demektir. Her adımın ona yaklaştırdığını bilirsin. Verdiğin sözler, gülüşlerin korkutur seni. Bundandır kapıları çarpıp çıksan da, son kez ardına dönüp bakman.
Eski Yunanlıların, Eski Mısırlılardan çok daha ilkel bir düzenekleri varmış kilitlerinin. Sürgü orak biçiminde bir demir anahtarla hareket ettiriliyordu. Anahtarların sapı ahşaptı. Anahtar deliğe sokulup döndürüldüğünde orağın ucu sürgüye oturuyor ve geri çekiliyordu.
Beni asıl korkutan; önünde durup da beklediğim kapının açılıp açılmayacağı değil. Kapıyı vurduktan sonrası ürkütür beni. Kapıyı açanın yüzündeki o sahte gülücüğün nasıl olup da herkese bulaştığına, herkesinde bunu bilmesine rağmen zorunluymuş gibi böyle yapmasına da kızarım. Açanın o gülen olmadığını bilirim. Kendiside bilir. Karşılık vermesem sanki içeri almayacakmış gibi benimde gülüşmem; daha başlamamış ilişkimizi sorgulatır bana. Kapıyı vurmuşumdur artık, olan olmuştur. Girerim içeri çaresiz. Aradığım kapının bu olmadığının hayal kırıklığı ağzımdan dökülen kelimelere bulaşır. Çoğu zaman karşımdaki de fark eder durumu. O da çabalar açanın o olmadığını, sözlerinin arasına sıkıştırır zaman değiştiğini, kimseye güvenin kalmadığını. Ama olan olmuştur artık. Zorlamadığım bir kapının, anahtarını uydurup açmadığım bir kilidin şevki yoktur kelimelerimde artık. Bir daha geleceğimi söyleyerek, kapısının her daim bana açık olduğunu dinleyerek atarım kendimi sokaklara. Bilirim daha çalmadığım çok kapı var. Bu gönençle yola dizilirim, cebimdeki anahtarlara sımsıkı sarılarak. Bir oyun değil yaptığım. Birisinin kapısını çalıp da sonra da kaçmak. Vakitsizliği de bilirim öyle ya da böyle. Çoğu zaman önceden haber veririm, hoşuma gider herkes gibi beklenmek. Söyledim yüzüme kapanacak kapılardan da, açamayacağım kilitlerden de hep çekindim. Herkesin önünde durup da bekleştiği kapıları da sevmem. Başkaları gibi yapmayı gururuma yediremem. Belki de bu korku beni bu işe bulaştırdı. Geceleri açtığım, sadece geceleri açabildiğim kapıların ötesine geçmek içimden gelmez. Bunu, onun savunmasızlığına veririm. Korkaklığımdan değil. Ustalığımdan hiç değil. Yaşlanmışlığımdan, yaşamışlığımdandır olsa olsa. Eskiden tek anahtarla içinde cirit attığım o kapıları düşündükçe, şimdiki durumumu çoktan hak ettiğimi düşünürüm çoğu kez. Ustalığıma güvenirim. Ötesi ürkütür beni. Marifet açmakta değil; bulduğun gibi bırakabilmekte. Hem de ortalığı kırıp, dökmeden sessizce kapıyı arkandan çekip gitmek. Buda bir ustalık aslında, belki de ustalık tam burada. Yüreğindeki sızıyı ortaya dökmeden saklamak; bu olmalı marifet. Dile geldikten, dile düştükten sonra; ne önemi var açtığın kapıların, geçtiğin sevdaların. Böylesi durumlarda hep karıştırırım kapıyla kilidi, sevenle sevileni. Sanki ikisi aynı şeymiş gibi. Yanıldıkça buna dikkat eder oldum, açmadığım, yada açık kapıların kilitlerinin ne kadar oynandığına. Arkamdan kapanmalarından korkarım demiştim. Ürkütür beni, kaçıp kurtulmak isterim böylesi anlarda. Önünde durup bekleştiğim, elime güvenip oynaştığım, günün birinde yüzüme kapanacağını bile bile içinden geçtiğim kapıların; günü geldiğinde yüzüme kapanacağını bilmekliğimdeki korkunun nedensizliği beni buralara sürüklüyor. Yoksa bilmezliğimden değil; tek anahtarla açılan kapıların sokaklarında dolaşmam.
Eski Romalılar kilitlerin kılavuz sistemini geliştirmişler. Kilitten çok anahtara önem vermişler. Eski Romalılar kilitleri metalden, anahtarları bronzdan döküyorlarmış. Bundandır kilitlerin çürüyüp bize sadece anahtarın kalması.
Gerimi dönsem yoksa? Bu arada birileri kurcalar mı kilidi? Açmak bir yana anahtarını sokup kurcalaması benim için yeterde artar. Ya başkası da gözüne kestirmişse o kilidi açıp o kapıyı geçmeyi? Meraklımı yok? Kulağıma çalınıyor etraftan, sahipsiz sanılıp talan edilen kilitlerin, kapıların hikayeleri. Devran onların devranı. Sözüm girip kalanlara değil, geçip giderken talan edenlere. Söyledim meydanın bunlara kalmasını istemem. Katlanamam tek bir anahtarla oraya buraya at koşturmalarına. Bunların içindeki korkuyu bilip de; hiçbir şey yapmadan bir gün benimde kapıma dayanacaklarını bilerek yaşamama ne demeli? Kapıdan içeri girip girmemelerinin ne önemi var. Bu utançla mı gideceğim başka kapılara? Artık onları tanıyorum. Onlarında korkuları var. Günün birinde zili bile çalmadan kapıdan girilmesi; saldırıdan çok, bu yüzle daha açılmamış bir kilit bulamayacağının korkusu yeterde artar onlara. Bir kapının başka bir kapıyı açtığını, açıldığına hepimiz inanırız. Öyle ya da böyle yaşamı iki kapı arasındaki zamanda tüketiriz. Bu yüzdendir eşikten eşiğe koşmamız. Kazara da olsa bir kapının açılacağı umudu bizi ayakta tutar. Bundandır kapıların çokluğu. Bundandır çilingirlere olan saygımızın kapının açılmasına kadar sürmesi. Kapı açıldıktan sonra içerisi görünür telaşıyla onu hemen yollamaya çalışmamız. Devinim bu, sözüm yetmez buna. Sanki ayak bastığımız kapının heybetiyle, ulaşacağımızınki aynı olacakmış gibi çırpınmamıza şaşarım. Hayal kırıklıkları da olmalı diyenlere sözüm yok. Anahtarlarını köreltenlerdir onlar. Çoğalınca anahtarlar, kilit ve kapıların yok olacağını düşünürler. Sevmezlerde bizim gibilerini. Boyunlarına astıkları anahtarlarıyla dolanırken etrafta küçümseyerek bakarlar kapımıza, eşiğimize. Geçen çağırdığım çilingir beni hepten çileden çıkartmıştı. Suç değil her anahtarın bende bulunmayacağı. Çıkarken anahtarı arkada unutup kapıyı çekip çıkmıştım. Herkesin başına gelir bu. Yatağından kaldırmama kızmıştır belki de. Geçmişteki takışmalarımızı saymazsak. İşi bu onun. Bütün anahtarlarını deneyip açamamıştı. O köpürdükçe bende kızıp çileden çıkıyordum. Böylesi çoktur; anahtarları kapıya uysa da uymasa da yuvaya sokup çıkarmalarına katlanamam. Hele tokmaktan tutup kilidi kapıyı zorlamaları; sanki kendisinin suçu yokmuş gibi kapıyı sallamaları, omuz vurmaları; açamasalar da bir sonraki deneyene bir katkım olsun der gibi çekip gidenler ürkütür beni. Hele kendisinin hiç suçu yokmuş gibi geride bıraktıklarını yaralayanlar hepten korkutur beni. Bütün bunları bilip de yaralanmak isteyen bana ne demeli? Bu yazılanları da bilip yinede yaralananlara ne demeli? Çağırmasa mıydım o çilingiri? Ben çağırmasaydım başkası çağıracaktı. Herkes anahtarla mı geçiyor bu şehrin kilitlerini? Söyleyeyim onun kızgınlığı bana. İşin ehline çıkmış adımız. Çoktur böyleleri, sanırlar ki her kilidin anahtarı bende var. Zulamdaki birkaç anahtarla işi bitiriyorum sanıyorlar. Bende anahtar bile olmadığını görünce, çekinerek çıkardı torbasındaki anahtarlarını. Korkusu, bütün bilgisinin anahtarları kadar olduğunu sanmamdan. Bilirim öyle değil. Onunda aradığı bir kilit vardır belli etmese de. Bunca kapı varken, dünyada tersini düşünmek safdillilik olur.
Yağmur yağıyor her şeyin ve herkesin üzerine. Birazdan her şey telaşlanacak. Bir tek toprak bekleyecek. Anahtarlar aranacak, sonra kapılar zorlanacak. Önce damlalar birikecek toprağın üzerinde sonra ayrılıklarımız düşecek sellerin önüne. Böyle oluyor her yağmur yağdığında.
Ne kadar bu işin ehli olduğunu söylesem de çoğu zaman bilemem nereden başlayacağımı. Yaptığıma çoğu kimse tamir dese de işim aslı öyle değil. Önüme dağılmış, kırılmış bir kilit geldiğimde önce hangi parçayı takacağımı, yağlayacağımı bilemem çoğu kez. Başından geçenleri dinler, getirene birkaç şey söyler gönderirim. Ama iş onunla baş başa kaldığımda başlar aslında. Kırılmışlığı, ezilmişliği yüreğimde hisseden ellerin ne yapacağını kim bilebilir? Paslı bez parçasını önüme açtığımda insan hoyratlığının nerelere kadar gidebildiğini, bir anahtarın, bir zorlamanın bir kilit yuvasına neler yapabileceğini görürüm. Sonra mandaldan başlayarak göbeğini, fişesini, yaylarını gazlı bezle silerim. Kendine gelir, nefes alır sanki kilit. Hele eksik parçası var ise, takıp anahtarı birkaç kez çevirdiğimde keyfime diyecek yoktur. Yağını da verdikten sonra tamamdır bu iş. Kilit artık hazırdır yeni ellere, yeni kapılara. Kapıyı açıp ta içeri girerken saldığım aydınlık, benden kalacaklarla karanlığa karışacak. Birileri bulsun diye beni; o bir tutam ışığın içine düşüp kaybolmak gelir içimden. Belki de kapılarla tek ilişkim bu. Yaşama isteği değil bu; olsa olsa kilitlerin dünyasında, bir anahtarında bende olduğunu belli etmek. Bana geleceklere de el verirken bunu bilmelerini istediğimden. Geçip gitmek değil istediğim kapılardan. Baç vermeden geçmek hiç değil. İsterlerse kalıp sevgimi de vermek, kalabilirsem yerleşmek avlularına. Eşiklerinde yatmak, sürgü seslerini dinlemek belki de istediğim. Dedim ya kapıların büyüklüğü, küçüklüğü kilitlerin eskiliği, yeniliği önemli benim için. Adımlarımı gün görmüşlüğüne göre atar; duruşumu ona göre ayarlarım. Hele tahta basamaklı, yağmur seven cinsten iseler tümden değişir, girişim yada çıkışım. İnerken; geriye kaykılmam herkes gibi. Gövdemi azıcık eğer, koşarcasına inerim. Çıkarken; korkuluğa yapışırcasına merdiveni bir solukta tırmanırım. Gözüme kestirdiğim her kilide de koşmam. Bilirim onu açtıktan sonra yaşayacaklarımı aşağı yukarı. Buda benim hınzırlığım, iş bilirliğim.
Yağmur yağıyor. En bilindik anahtarlar aranıp bulunacak. Kilitler bir iki dönecek, nazlanacak, zorlanacak ama onlarda kendini bırakacak yağmur yemiş ellerin buyurgan çaresizliğine.
Ertesi günün gecesini bekledim. El ayakta çekilmişti sokaklardan. Evden çıkıp o sokağa vardığımda tedirginliğim arttı. Bunu ilk kez yapıyordum. Yıllarca bunu bekledikten sonra dönemezdim. En fazla yakamdan tutup hırsıza çıkarırlardı adımı. Hoş onların kilitleriyle bunca yıl uğraştıktan sonra bunu yapacak cesaretleri olacağını sanmıyorum ya. Ben çıkaramasam da çoğu gelmiştir kapıma. Bilirim içlerini dışlarını. Son kez etrafıma bakınıp avludan içeri daldım. Belki de gece yarısı gelmemeliydim buraya. Olan oldu gelmiştim bir kere. Hemen el yordamıyla kilidin yatağını kontrol ettim. Yatak yoktu. Çalmışlar, sökmüşler, götürmüşler ama tek gerçek onun yokluğu. Yeniden elimi sürterek yokladım. Çivi izlerinden hoyratça alındığı, çalındığı anlaşılıyordu. Benim niyetim neydi peki? Doğunun kilitleri süslü ve nazlı olur. Ona nasıl yaklaşacağımı, seveceğimi biliyorum. En azından bunu biliyorum. Onu en çok hak eden benim. Alan görmüş müdür ömrü hayatında Kâbe kilidi? Ben gördüm işte. Bunca emeğim boşa gitti. Dışarıdan öyle görünmüyordu ama anlamalıydım. Beni yanıltan kapı oldu; bu kadar kalın olacağını tahmin etmemiştim. Dışarıdan görülen sadece mandal yuvasıymış. Heyecanım kalmadı. Avluyu geçip merdivenlere yöneldim. Alt kattaki yeşil kapıya asma bir kilit vurmuşlar. Tek penceresinden bir belirti yok içeride birilerinin olduğuna dair. Bekar evi olmalı. Çoktur buralarda; kışın çalışıp yazında köyüne dönerler. İkinci kata çıkmak için tahta merdivene yöneldim. İlk üç basamağı kırıkta olsa çıktım merdivenden. Dış kapı kilitli değildi. Şaşırdım, bu kadar kolay olacağını da tahmin etmemiştim. Hazırlıklıydım aslında girecektim bu eve öyle yada böyle. Girmiştim artık, hırsız olmadığım süsü vermek için kapıyı sonuna kadar açtım. Ne olur olmaz, pek tekin değildir buralar. İçeri giren ışıktan evin pervazlarının dökülmüş, tahta döşemelerinin sökülmüş olduğu anlaşılıyordu. Karanlıkta ayaklarımı sürüyerek arka odalara yöneldim. El yordamıyla bir odaya girdim. Birkaç adımdan sonra genzimi yakan sidik kokusuna dayanamayıp oradan çıkıverdim. Odaya sokağın ışığı bile sızmıyordu, pencerelerini tahtayla kapatmışlar. Çakmağımı yaktım aradaki dar ve kısa holü geçip azda olsa ışık sızan kapıya yöneldim. Burası genişçe, salon olmalı. İçerisine yürüdükçe bir köşesinin çöktüğünü, aydınlığının da çoğunun buradan geldiğini anladım. Buranın bütün pencereleri kırılmış. Yerde ayağıma takılan içki şişelerine aldırmadan o köşeye yürüdüm. Evet âlem için iyi bir manzara, şehri tümden görmek mümkün buradan. Alemcilerin burasını mesken tutmaları boşuna değilmiş. Onların düzeneklerinden faydalanmanın zamanı geldi. Üşümüştüm. Geri dönüp kırık kapıdan, yerden biraz odun topladım. Ateşim hazır artık. Tenekedeki ateş alışana kadar köşeye çekmedim. İyice alazlandıktan sonra sürükleyip eski koltuğun önüme çekip yerleştim. Artık keyfime diyecek yok. Görende olmaz beni burada. İnsanlardan ve şehirden arta kalan ışıklara gömülüp, yinede bunları düşünmek içimi ısıtıyor. Şehre baktıkça ışığın, merkezden haleler şeklinde renginin değiştiğini fark ettim. Beyazdan kenar mahallelere yayıldıkça sarılaşan ışığın yorgunluğu gözlerime doldu. Bu ışık yüzüme kapanan kapılardan sızan ışık değilse bile aynı tondan. Şüphem kalmadı artık. Yorganlarının sıcaklığıyla yetinmeyip, birde kapılarına ışık dikenlerin kilitlerini onarmam. Gitmedim de bugüne kadar kapılarına. Gecenin karanlığına bir ışık bırakarak, ruhlarını aydınlatanların, yürek atışlarından çekindim hep. Ne kadardır buradayım bilmiyorum. Birazdan gece gündüze dönecek. Sanki yoluna çıkan her şeyi beyaza bulamışta, sıra bu şehre gelmiş gibi ufuk aydınlanmaya başladı. Bu sinsi ışığın karanlığı nasıl içten içe kemirerek kendi hükmünü süreceğine tanıklık edeceğim. Ne zamandır bu böyle. Karanlıktayım önümdeki ateşin harı azaldı. Şehre bakıyorum; merkezi kuşatan sarı ve yoksul ışıklar birazdan kaybolacak. İlkin onların sahipleri kalkıp beyaz ve zengin ışığa doğru yola çıkacaklar. Yataklarından doğrulup, kelebekler kadar uzun ömürlerinden bir gün daha eksiltmek için ışığa yönelecekler. Giyinip çıkacaklar, üzerlerine kilitledikleri kapıları açarak. Sürgü, anahtar sesleri ışığa bulandıkça; sesler çoğalacak, bu uğultunun içinden kendine ve peşindeki kelebeğe bir yol bulup yürüyecekler. Hep merak ederim bunlar gündüzün karanlığıyla nasıl başa çıkıyorlar? Çalışmak birçok şeyi unuttursa da bunu fark edenler eden nasıl yaşıyor? Bir telaş bir koşturmacayla gelip zengin beyaza bulanacaklar. Akşam biraz daha kirlenerek dönecekler evlerine. Yaşlı ruhumun anlamadığı; her şeyin yavaş yavaş olması. Karanlığın, ışığın ve insanlarında yavaş yavaş devinmesi. Birazdan ışıklar solacak ve gün ağaracak. Şehir siyahtan yeşile, yeşilden turuncunun tonlarına bürünecek. Sonra ayaz turuncusundan kurtulup sarı olacak birçok şey. Biliyorum böyle olacak. Sonrası mı? Sonrasını dillendirmek benim işim değil. Ateşim küllendi. Işığa daha fazla bulanmadan dönmeliyim. Gecenin meraklı gözleri ben değilmişim gibi evden çıkıp kendimi sokağa attım. Görende olmadı. Bundan sonrası kolay, biliyorum gideceğim kapıyı.
Yağmur yağıyor. Sevilen yüreklerde, aldatılanlarda aynı gülümsemeyle adım atacaklar eşiklere. Kapıların ardındaki korunaklığa aldanıp duvarlara sığınacaklar. Sağanaktan birkaç damlayla kurtulduklarına sevinip, birbirlerine sokulacaklar. Ağızlarından çıkan beyaz nefesin zamanla geçeceğinin erinciyle ceplerindeki anahtarlarını yoklayacaklar.
Herkes kendini kilidini arar aslında diyenlere bakmayın. Yalandır bu. İşin içine kattıkları bilinmezlikle işin içinden çıktıklarını sanırlar. Geri bıraktıkları sis perdesinin aralanamayacağı duygusuyla kurarlar söyleyeceklerini. İşin aslı öyle değil işte. Kim kendi kilidini ortaya çıkarmış ki? Gören var mı anahtarını boynuna asanı? Yok. Başkalarının anahtarlarıyla başkasının kilidini kurcalamaktan başka nedir ki hayat? Yaşamlarının biricikliğini görmeden başkasını kapısında dikilip geçen zamana da kader demek en kestirme yol. Burada garip olan anahtarı keşfedenlerinde bu devinime katılmaları. Kanmayın maymuncuğu olduğunu söyleyenlere. Yok öyle bir şey. Her kilidin bir anahtarı vardır sadece. Böyleleri anlatmaz arkadan kapıların kilitlenip de camdan canını zor kurtardıklarını. Kendisi içeri alıp da ihanetini gördüyse bu sahte çilingirlerin; fayda etmez elindeki maymuncuk. Çoktur böylesi elinde bir deste maymuncukla kapı kapı dolananlar. Kimseye bir şey demem, kapı sizin. Belki de bundandır gittiğim her ortamda önce anahtarlarımı masaya koymam. Faydasını da çoğu kez görürüm. Herkes görür hangi kapıda durup durmayacağımı. Bilmediği anahtar bile olsa yaklaştırır eşiğine. Az şey değildir birinin eşiğinde olmak, oralarda dolanmak. Sevgimde artar böylelerine. Kızarımda tek varlığının eşiği olduğuna inananlara, başkalarının eşiğinden ayrılmayanlara. Sevmem böylesini demekte doğru değil benim için. Küçük bir umutta olsa onlarında anahtarları olduğunu bilmem; beni onlara yaklaştırır. Çıkar değil bunun adı olsa olsa kilit sevdası benimkisi. Onların dillerini konuşmam, çözmeye çalışmam onları da beni de sevindirir. Ele geçirmek değil niyetim onları. Benimde bir kapımın olduğunu bilmelerini, görmelerini istememden kaynaklanır; eşiğimden adım atmalarına izin vermem.
Yağmur yağıyor kilitlere. Delikten sızan damlaları, anahtarlarını yitirenleri düşünüyorum. Yağmur damlaları düşüyor yatağıma pas kokulu. Yapışıp kalan, şilteden geçen damlalara dokunuyorum. Parmaklarım boza çalıyor. Ne zaman yetişeceğim damlalara?
Bugün yine o sokağa gittim. Her sokağı kendine açılan yerler, yurtlar gittiğim yer. Büyük caddelerle kuşatılmış sıkıştırılmış, nerdeyse boğulacak evlerin birbirlerine yaslandığı, güç verdiği bir yer. Sizinde vardır böyle sokaklarınız, patikalarınız. İçinden geçmek, yüreğinizde bir kilidi açmasa da, en azından zorlandığını bilirsiniz içinizden gelen anahtar seslerinden. Hoşunuza gider bu kıpırtılar. Koşup komşunuza anlatırsınız. Onunkiyle sizinkinin aynı şey mi olduğu üzerine söyleşip durursunuz. Güzeldir böyle anlar. Sonun, sonucun sevda olması da önemli değil bence. Biliyorum böyle oluyor. En azından anahtarcıların şimdiki gibi elinde bir tomar anahtarla dolaşmadığını bilecek kadar yaşlı. Her şeyin ortaya dökülüp saçıldığı şu zamanlara bakıyorum da; bizim yaptıklarımızı utangaçlıkla açıklanamadığını biliyorum. Derdim geçmişi yad etmek değil. Kilitlerin kolay açılıp artık hiç kapanmadığını, sen geçerken başka şeylerinde geçip gittiğini; akanında geri gelmeyeceğini anlatmak. Bu kadar mı? Değil. Bu kadar olmadığını artık herkes biliyor. Her anahtarın bende olduğu söylentisi yayıldıkça kapımı çalanların sayısı da artıyor. Kapıyı açmamak olmaz. Hele eski kilitlere olan ilgimi fark ettiklerinden sonra, başka diyarlardan da gelenler çoğaldı. Yaptığım fazla bir şey yok aslında, sadece başından geçenleri anlatıyorum kilit sahibine. Şaşıyor anlattıklarıma. Sanki kilidin değil de kendi başında geçenleri anlatıyorum gibi geliyor ona. Ben yağdan, zorlamadan, içinde bir şeylerin kaldığını anlattıkça; karşımdaki beni bir can kulağıyla dinliyor. Anlattıklarıma sonradan eklenenler benim suçum değil. Hele birde başına geleceklerden bahsetsem sanırım kapımın önü mahşer kalabalığına döner. Son zamanlarda da insanlarda bir huy türedi. Sırf ben geleyim diye kilidi, anahtarı kıranlar artar oldu. Söylemişimdir benimde ekmek param buradan çıkıyor. Çaresiz gidiyorum.
Sen ne kadar çırpınsan da benliğin başkasının elindedir. Yapmak istemediklerini yapar, utandıklarını söylersin. Bilirsin dışarıda yağmur yağıyor. Yağmur diner,yaşadıklarına sevda dersin, aşk dersin. Anahtarın yine kapının üzerindedir.
Yağmur yağıyor. Önce damlalar buluşacak sonra insanlar. Önce damlalar çoğalacak sonra insanlar. Damlalar yatağını bulup sel olacak. İnsanlar yorgan altında sıcaklığını arayacak yüreklerinin. Yağmur yağıyor biliyorum. Bende gitmeliyim çaresiz
Kemal Çifçi
Yenimahalle/2009
Beni Takip Edin